“Ne yaparsan yap her şey yarım kalacak”

Sabahattin Ali’yi severim. Onun “Türkiye’nin Gorkisi” olduğunu söyleyenler vardır, katılıyorum. Bütün kitaplarını okudum. Gerçekten içten ve yüreğinden yazmış bir yazardır. İnsan ruhunun karanlıklarında gezinen, orada bir ışık arayan bir yazardır; ama onun öyküsü de acıdır ve yarım kalmış, katledilerek yarım bıraktırılmıştır. Sabahattin Ali, hiç durmayan bir iç kanamadır.


İşte Sabahattin Ali bir kitabında şöyle yazıyor: “İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı.” (Sabahattin Ali: Kürk Mantolu Madonna, YKY Yayınları, İstanbul, sayfa 144.)

Ne kadar çok “ama” kullanırsan o kadar tutsak, ne kadar az “ama” kullanırsan o kadar özgür oluyorsun.

Evet, ne yaparsak yapalım hayat yarım kalacak hep denildiği gibi. Cengiz Aytmatov da bir kitabında bundan söz eder; her şeyin yarım kaldığından. Çünkü hayatın bir yarısı ölüm değil mi? Ölüm her şeyi yarım bırakacak. Ne yaparsan yap, ne kadar başarı kazanırsan kazan, ne kadar zengin olursan ol, ne kadar ünlü olursan ol, hiçbir şey fark etmeyecek; hep yazıldığı gibi hepsi yarım ve anlamsız kalacak. İşte çünkü hayatın kendisi yarım olduğu için. Çünkü yarım olan her şey hüzünlüdür; işte bu yüzden hayatta mutluluktan çok hüzün vardır.


En önemlisi ise bence gerçekleştiremediğimiz düşlerdir. Onlar yarım bile kalmayacak, çünkü daha gerçekleştirilmeye başlanmamış ki yarım kalsın. Bu yüzden ölümümüz bir düşler mezarlığı olacak, hemen bütün ölümler gibi. Artık kendimizi hiçbir zaman yapmayacağımız şeylerle kandırmamıza gerek kalmayacak.


Dünya kendi düşlerini aceleyle gömen, kendi düşlerine mezarcılık yapan insanlarla dolu değil mi?
Kendi düşlerimizin mezar kazıcısıyız.

Ama…

Hiç sevmediğim kelimelerin başında gelir ama kelimesi. Çünkü bu kelimeyi kullanarak bütün hakikatlerin, bütün yanlışların, hataların, eksiklerin üzerini örtebilirsin. Ya da en azından örttüğünü sanırsın.


Ama’ların ne kadar azsa o kadar özgürsün. Bir düşünceye tutsaklıktan bağlılıktan kurtulmanın en önemli yanı o düşünceyi sorgulamaktır. Eğer söze ama “Evet bu kötü, ama…” diyerek başladığınız anda o kötülüğe onay vermiş oluyorsunuz; “o dönemin kendine özgü koşulları, konjonktür v.s.” bu tür yaklaşımlar sizi daha fazla o düşünceye bağlıyor, tutsak ediyor. Böyle yaparak başardığın tek şey, sadece kendini kandırmandır.

George Orwell şöyle diyor: “Bağlılık,düşünmemektir-düșünmeye gerek kalmamasıdır. Bağlılık, bilinçsizliktir.” (George Orwell; “1984”, Yakamoz Yayınları, Çev: Deniz Oral, Ocak 2021, sayfa 47.)

Dünya kendi düşlerini aceleyle gömen, kendi düşlerine mezarcılık yapan insanlarla dolu değil mi?

Bağlılık aynı zamanda tutsaklıktır; yani o düşünceden kendini kurtarabildiğin oranda özgür oluyorsun. Ne kadar çok “ama” kullanırsan o kadar tutsak, ne kadar az “ama” kullanırsan o kadar özgür oluyorsun.
Başkasında gördüğün hatayı, eksikliği, yanlışı eğer kendin gibi düşünenlerde de görmüyorsan ve ona binbir gerekçe üretiyorsan, “ama” diyorsan işte o zaman tutsaklığın artık kurtulunamaz bir tutsaklığa dönüşüyor; kendini hapseden insanı kimse kurtaramaz, kendisi dahil.

Ezelden sürgün olmak


Tezer Özlü’yü de severim; onu daha sonraları keşfettim. Tezer Özlü, Franz Kafka ve özellikle Cesare Pavese düşkünüydü; onları kendi dünyasında idolleştirmiş ve sık sık bütün kitaplarında bu yazarlardan söz etmiş ve onların etkisinde kalmıştı.

Her satırı ölüm, hayal kırıklığı, acı kokan yazarlardandır o.


Ben de bir dönem özellikle Dostoyevski’nin etkisinde çok kalmıştım. Ama şu anda çok fazla bir etkisi yok üzerimde. Elbette çok sevdiğim ve değer verdiğim bir yazar hâlâ, çünkü zaman geçtikçe hiçbir şey etkisini sürdüremiyor.


Özlü, genelde cümleleri ve kelimeleri süslemeden, yalın bir dille, doğal bir biçimde yaşadığını anlatan yazarlardandır.
“Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.” (Tezer Özlü: “Kalanlar”, YKY Yayınları, 10. Baskı İstanbul, sayfa 60.)


Çok acı yaşamış hayatında; onları da yazar ve kendine özgü bir hayata bakışı, felsefesi vardır. Toplumla hiç uyuşamamış o; kendi yaşamında sadece düşüncelerinde değil, davranışlarında da. Tabii bu, onu uyumsuz yapmış ve o da kendini biraz izole etmiş; toplum tarafından da izole edilmiş bir insan, bir yazar, bir kadındır. Çünkü onun hayata bakışı ile toplumsal tabular temelinden çelişmiştir. Bu yüzden acılar çekmiş ve uzaklaşmaya çalışmıştır; kendini hep uzaklara adamış, uzakların içinde bir şeyler aramaya çalışmıştır.

Tıpkı benim gibi; çünkü ben de çocukluğumdan beri uzakları arıyorum, saklı uzakların gizemi içinde bir şey bulmaya çalışıyorum. Hatta bir zamanlar bir gazetedeki köşemin sürekli başlığı da buydu: Uzaklar. Hâlâ bulamadığım şeyin ne olduğunu da bilmiyorum; ama yalnızca uzakları aramak bile beni tatmin ediyor ve iç dünyama bir derinlik katıyor.


Hayat ve toplum tarafından reddedilmiş, her şeye ve herkese küsmüş ve sürekli bir uzaklaşma isteği duyan insanlar vardır; hiç kimseyi rahatsız etmeden, ayaklarının ucuna basarak sessizce sahneden çekilen insanlar… İşte bu tür insanlar bir derinliğe sahiptir. Bu tür yazarları da çok severim, insanları da. Ama onların sayısı o kadar azdır ki.


Öyle insanlar kendilerini hiçbir yere ait hissedemezler; doğuştan sürgündürler, doğuştan yalnız, doğuştan anlaşılamayan insanlardır. Belki de bu yüzden hep gitme isteğiyle yaşarlar; bir yerlere giderler ve oradan da uzaklara, daha uzaklara gitme isteği duyarlar ruhlarının derinliklerinde; hayat bu sonsuz bir süreci beraberinde getirir bu insanlara. İşte Tezer Özlü de bunu hissettiğini yazıyor.
“Kendimi genellikle yeryüzünün her yerinde sürgün sayıyorum.” (Tezer Özlü: Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, YKY Yayınları, 2. Baskı: İstanbul Şubat2014, sayfa 11.)


Bu tür yazarlar, kaçınılmaz olarak varlıklarını acı ile yoğurdukları için olsa gerek, varoluşçu bir yapıya bürünüyorlar ister istemez.


Ben de öyle hissediyorum kendimi. Sevdiğim insanların sayısı belki bir elin parmaklarını geçmez. Ama nefret de etmiyorum insanlardan, sadece onları eskiden olduğu kadar umursamıyorum. Çocukluğumdan bu yana her yere ve herkese, hatta kendime bile yabancıyım.

Erol Anar
Paraná-Brezilya
4 Nisan 2025.

Görsel: Pam Patterson-Pixabay.

Share this content:

Seja o primeiro a comentar

Faça um comentário

Seu e-mail não será publicado.


*