Kışın demiryolu bir başka güzel olurdu. Açık bir yol olduğundan okula giderken ayaz yüzümüzü adeta keser, yüzümüz kıpkırmızı olur, adeta kulaklarımızı parmaklarımızı hissetmezdik başımızdaki bere ve elimizdeki eldivene rağmen. Bazen köpeklerimiz de bizi takip eder okula kadar gelirlerdi. Özellikle tüylü güzel av köpeğimiz Ceylan bizi takip etmeyi ve demiryolu kenarında yürümeyi çok severdi. Ben ara sıra geriye döner parmağımla evin bulunduğu yönü gösterir ve ,
Sonra Maide yengenin yüksek duvarlı evi. Korkardık oraya girmeye. Top kaçardı bazen, Maide yenge kızar kesip atardı topumuzu. Yüksek duvarlarla çevrelenmiş kocaman bahçesi ve içinde korktuğumuz Maide teyze ile gizemli gelirdi bize bu ev. Maide teyze de bıkmıştı ikide bir bizim topun kendi bahçesine kaçmasından ve bir çocuğu kendi bahçesinde top ararken görmekten. Ama mecburduk buna, çünkü toplumuzu almamız gerekiyordu.
Havza’da, eskiden sürgün edilmiş gayri-müslimlerin altınları gitmeden gömdükleri yolunda efsaneler vardı. Hatta bir otelin sahibinin, gayrı-müslimlerin terk ettiǧi bir evde, duvarı başka bir nedenle kazarken orada birden altınlara rastladıǧı ve böylece zengin olduǧu yönünde hikâyeler anlatılırdı. “Kazmayı vurmuş, duvardan altın fışkırmış” diye anlatırlardı.
12 Eylül’den sonra, özellikle gençleri futbol turnuvaları düzenleyerek politikadan uzaklaştırmak hedefleniyordu. Bu amaçla Havza’da o zamanlar birçok futbol takımı kurulmuştu. Bu takımlardan birisi de “Esnafspor” idi.
Bunun üzerine Fuat tekrar barın arkasına geçer, içmeye başlar. Bir yandan da adamı süzmektedir. Adamın küfür etmesi içine oturmuştur. Gerçi kendisi adama yanıt vermiş altta kalmamıştır, ama yine de bu olaya canı sıkılmıştır. Adam hayatının hatasını yapmıştır, Fuat’a uymaması gerektiğini sonradan iyi öğrenecektir. Adam, balığını bayat ekmekle yiyerek rakısını içmektedir. Başka şeyler düşünmektedir, muhtemelen Fuat ile yaşadığı tartışmayı çoktan unutmuştur. Fuat ise tam tersine, adama bakarak içmeyi sürdürmektedir.
Fuat hemen evden kaçar, ayakkabılerını da eline almıştır. Böylece serseri gibi akşama kadar gezer sağda solda. Aç kalır hatta. Akşam olduğunda bile eve gitmeye cesaret edemez. Evin yakınında kapıyı gözetler; birden babasının eve doğru geldiğini görünce, hemen babasının yanına gider.
İt Tamer, bir gün yine bizim dükkâna gelmişti. O da Karşıyakalı idi. Konuşmayı severdi. Çayını yudumlayarak hemen anlatmaya başladı:
“Karşıyaka’da bizim bir zamanlar bakkal dükkanımız vardı. Ben duruyordum o sıralar dükkanda. 17-18 yaşlarındaydım. Mahallede cinsel olarak ilgi duyduğum çok sayıda kız vardı. Ne de olsa aslan gibi uzun boylu yakışıklı çocuğum.”
Ayla, ailenin en büyük kızı olduğundan kardeşlerine annelik yapardı. Ayla orta boylu sarı kısa düz saçlı ve güleç yüzlü bir insandı. Herkesle iyi geçinir, herkes onu severdi. Güldükçe yanağında bir gamze oluşurdu. İçinde bulunduğu yoksunluk koşullarına rağmen umudunu hiç kesmez ve her şeye iyimser yaklaşırdı. İçi ile dışı bir olan insanlar denir ya, işte Ayla o insanlardan birisiydi. Masumiyet yıllarının masum bir imgesi.
Aşaǧı Mahalle’de kendisinin evinin hemen biraz uzağında Samsun yolunda artık işlemeyen, benzinliği vardı. Kapanmıştı yıllar var burası. Bu benzinliğin altında büyük bir balık ini olduğu söylenirdi, orada sık sık oltayla balık tutardık. Bazen orta büyüklükte balıklar tuttuğumuz olurdu orada. Bazen de gençler bu ine dalar elleriyle ve çuvallar ile balık tutmaya çalışırlardı. İnin diplerinde büyük balıklar olduğu söylenirdi.