“Yaz Tahtaya Bir Daha”

Havza – Samsun

O zamanlar Havza’da, Cumhuriyet meydanının hemen arka sokağına, yeni ve büyük bir sinema yapılmıştı. Bu sinemanın iki ortağı vardı: Kör Kemal ile Deve Nihat.

Dörtyol’un önemli simalarından olan Kemal amca, arkadaşımız İsmail’in babasıydı, gözlük taktığı icin ona “kör” derlerdi. Daha doğrusu Havzalılar “ö” harfini telaffuz etmez “Kör” yerine “kor”derlerdi.

Deve Nihat ise adından da anlaşılacağı üzere, dev gibi uzun boylu ve geniş omuzlu, deve gibi bir adamdı.

Kör Kemal amca, bir gün Dörtyol’da Çerkes Ziya’nın kahvehanesinde film seyrederken, filmde büyük bir hazine bulanları gördüğünde şöyle demişti:
“Vay anasını be! Altunlara bak!”
“Altın’ı ise “altun” diye telaffuz ediyordu.

Dörtyolda o zamanlar en popüler espri bu olmuştu. Herhangi bir durumda insanlar, “Altunlara bak!” diyorlardı.

Havza’da, eskiden sürgün edilmiş gayrı-müslimlerin altınları gitmeden gömdükleri yolunda efsaneler vardı. Hatta bir otelin sahibinin, gayrı- müslimlerin terk ettiği bir evde, duvarı başka bir nedenle kazarken orada birden altın bulduğu ve böylece zengin olduğu söylenirdi. “Kazmayı vurmuş, duvardan altın fışkırmış.’ dive anlatırlardı.

Babaannem her zaman şöyle derdi; “Başkasının yıkılmış evinin üzerine, ev kurulmaz. O mallar yaramaz insana, iyilik getirmez.”
O dönemde bazı kişiler gayrı- müslimlerin geride bıraktıkları ev ve mallara konarak haksız biçimde zengin olmuşlardı. Gizlice kepçelerle çeşitli yerleri kazan, define izi süren kişiler vardı.

***

Okul arkadaşımız İsmail de babası gibi gözlük kullanırdı. Biz ona “Kör Nalet” derdik. (Lanet sözcüğü Havza’da ‘nalet’ şeklinde söylenirdi)

O sıralar İsmail bizi sürekli sinemaya götürüyor ve kapıda bekleyen adama,

“Arkadaşlarım bedava girecek.” diyordu.

O zamanlar Barış Manço’nun “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” adlı şarkısı yeni çıkmıştı piyasaya. İsmail’in dilinden düşmüyordu bu şarkı, her yerde mırıldanıyordu onu:

“Yaz tahtaya bir daha

Tut defteri kitabı

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

Bir gün öder hesabı”

İsmail, bize yemek ısmarlar ve bazen de okulun önünde duran tatlıcılardan tatlı alırdı. Bizim de cebimizde para olurdu, ama onda her zaman daha çok para vardı; okuldan sonra sinemaya gider ve cebini para ile doldururdu. Asım, İsmail, Nejdet ve ben birlikte takılırdık genelde o zamanlar.

Bazen İsmail, Nejdet’e kızar ve o zamana kadar aldığı tatlıların ve ısmarladığı sinemaların parasını hesaplar, ondan ödemesini isterdi.

Asım ise, iyi dövüşürdü. Daha ne olduğunu anlamadan kavgaya girer ve önüne geleni devirirdi, gözüpekti. Bizim grubun da koruyucusuydu.

Sene 1979 idi. Bir gün Lise caddesinden Cumhuriyet meydanına doğru yürürken, İsmail birden karşıdan yürüyen birilerini görerek heyecanla bağırdı:

“Asım işte bu sarı kafalılardı beni dövenler.”

Bunlar Boyalıca tarafında oturan, bizim yaşlarımızda iki ikiz sarı çocuktu. Asım daha biz olayı anlayamadan, çocuklara girişmiş dövüyordu. Daha sonra çocuklar hızla kaçtılar, ne olduğunu bile anlayamadan dayak yemişlerdi. İsmail ise intikamını almış olmanın verdiği rahatlıkla gülüyordu.

Bense İsmail’e bakarak, “Altınlara bak!” dedim.

Erol Anar

“Aşağı Mahalle Öyküleri” adlı henüz yayınlamadığım kitabımdan bir bölüm. Bütün hakları saklıdır. Copyright © erol anar

Share this content:

Seja o primeiro a comentar

Faça um comentário

Seu e-mail não será publicado.


*