Hayatımızın büyük bölümü yaşanmamış tarihleri düşünerek geçiyor. Yaşanmamış bir tarihi iade ediyorum sana. Yaşanmamış tarihlerden kurtulmak istiyorum. Yaşanmamışlıkların bir insanı tükettiğini iyi biliyorum artık. Yaşanmamış tarihlerin, yaşanabilecek tarihlere engel olmasını istemiyorum. Yaşanmamış tarihlerimin tümünü gömüyorum.
Bilgi öyle bir șey ki, öğrendikçe onunla ilișkili olan sınırsız sayıda diğer bilgileri de öğrenmeniz gerekiyor.
Keșke yüz yıl daha ömrüm olsaydı da, okusaydım. En azından ölene kadar okuyacağım. Ama geriye baktığımda,
denildiği gibi, yine de sonsuz uzunluktaki bir kumsalda tek bir kum tanesi kadar bilgiye sahip olamayacağım. Ama bunu bilerek okumak daha da güzel ve anlamlı.
Hırslarımızdan, elde etme, sahip olma isteğimizden arındıkça, huzura yaklaşıyoruz. Çoğu anları bir kâbus olan yaşamda bir anlık huzur bile, hayatı yaşamaya değer kılar. Bir gün bütün insanlar özgürlüğe kavuşacaktır, işte o zaman huzur, sevgi, kardeşlik, eşitlik ve barış daimi huzuru da getirecektir, buna inanıyorum. Sevgi de huzuru arar, özgürlük de. Bütün güzellikler huzuru arar.
İnsan olarak hepimiz son derece “temiz, masum, doğru, haklı” görünmek isteriz. Aslında hiç de göründüğümüz gibi değilizdir. Hepimizin sırları vardır. Ve bu da son derece doğaldır. Bazen bir başkasında, kendi gizli yanımızı eleştiririz.
Şöyle bir düşündüm de, yıldız tozu olarak geldik, yine yıldız tozu olarak karışacağız sonsuzluğa. Kısacık hayatımızı bir gün tamamlayarak, yeniden yıldız tozuna dönüşeceğiz. Doğadan geldik, doğaya döneceğiz. Sonsuzluğa karışıp, bir yıldız tozu olarak onunla bütünleşmek çok hoş bir düşünce.
Dostoyevski, gerçeǧin duvarının henūz görmediǧimiz öte yanıdır. O, kendimize inen merdivenlerin başındaki kapıya ördūǧūmūz duvarın arkasında kalan kendimizdir. O, içinde yaşadıǧımız yūzyıla sıǧmayan, iç dūnyamızdaki çamurun içinde parıldayan bir parça ışıktır.
İnsanın kendi yaptıklarını gereğinden çok büyüterek, başkalarının yaptıklarını küçümsemesi çok yaygındır. Örneğin 300 kitap yazsanız, “Çok kitap yazmak marifet değil, önemli olan kalıcı yapıt üretmek.” derle
Ama yalnız kalsan da eğilip bükülmeyeceksin, ne devlete ne de başka bir güç odağına karşı. Önemli olan, insanın inandığı gerçeği eğilip bükülmeden, çarpıtmadan, hesap yapmadan dile getirebilmesidir. Sorgulayan insan olmak, hiç kimseye yaranmaya çalışmadan gördüğü gerçekleri dile getirmektir.
Bir tarafın diğerine muhtaç olduğu (ekonomik ya da başka anlamlarda) bir ilişki, eşit bir ilişki değildir ve menfaat ilişkisine dayanır. Eşit bir ilişki, her anlamda ilişkinin öznelerinin kendi ayakları üzerinde durabildiği ilişkidir.
Kahraman bir imge, semboldür. Irklar, uluslar, dinler, ülkeler bu kahramanlık öyküleri üzerinde yükselir. Kahraman abartılan, kutsallaştırılan kişidir. O zihinde heykelleştirilmiş, dondurulmuştur. Bütün olumsuz, insanı özellikleri silinmiş, olumlu özellikleri ise abartılmıştır. Adeta bir yarı tanrıdır o.